GÖNÜLLÜLÜK ÜZERİNE ..

İrade, yapıp yapılmaması aynı derecede mümkün olan şeylerden birini yapma tercihidir. Bu tercih o şeyin işlenmesinin (fiilen gerçekleşmesinin) nedeni olduğu ölçüde sorumluluk (mükâfat-ceza) gerektirir.

 

Dünya hayatı gerçekte insanın inşaa süreci, bir dönüşüm istasyonudur. İnsana yüklenen “emanet görevi” kendisine, topluma, eşya ve hadiselere tasarruf edebilme kabiliyetiyle ilgilidir. Bu görev ilim, hikmet ve vahiy rehberliğine; zikir, fikir, tefekkür ve salih amellere ihtiyaç gösterir. Bu süreçte insan kendi benliğini geliştirip varlık cevherini toparlarken (“Hikmet mü’minin yitiğidir, nerde bulursa alsın.”)

 

“Her hak sahibine hakkını verin” ilahi fermanı mucibince sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır. Bu sorumluluklar arasında en başta Allah’a kulluk görevi, nefsi ateşten koruyup Rabbinin rızasına eriştirme, inanlara destek olma, inançsızlara gerçeği ulaştırma, yoksula, âcize, muhtaca el uzatma, iyilikleri teşvik, kötülükleri engelleyecek çalışmalara, organizasyonlara iştirak etmek sayılabilir.

 

İnsan kendi iradesiyle (gönüllü olarak) imkân ve kabiliyetlerini iyi yönde geliştirip kemale ulaşabileceği gibi; nefsinin kötü istek ve arzuları istikametinde helake de sürüklenebilir. Bu yolculukta insanın en büyük azığı da, düşmanı da bizzat kendi nefsidir.

 

Ahsen-i takvim üzere yaratılan insan tekâmül için geçici bir süreliğine aşağı (dünya, edna) bir düzeye indirilmiştir. İnsanın sadece bedeni ve nefsi hazları bu dünyaya aittir. Bu nedenle nefis insanı daima dünyaya (aşağıya) çekerek onu amacından saptırmaya çalışır.

 

İman, insanla Rabbi arasında sağlam bir bağ oluşturur. Bu bağ insana iki büyük çıkış kapısı (sabır ve şükür) açar. Sabır zorluklara, nefsin kötü isteklerine karşı direnme gücü sağlarken; şükür imkânları yerli yerinde sarfetmeyi gerektirir.

 

İmanın iki temel türevi namaz ve infaktır. İnfak, varlığı Allah’a izafe etmeyi, ona teslimiyeti ve güveni; cimrilik ise varlığı nefse dayandırmayı yansıtır. Bu yüzden nefis ve şeytan daima cimriliği emreder.

 

Hayat sürekli gelişim, değişim ve yenilenmeyi gerektirir. Sıradanlık “insanı” çürütür. Madde tutsaklığı ve nefsi arzular çok defasında hayatın amacını perdeler ve “insani duyguları” köreltir. Gönüllü insani yardım hizmetleri perdelerin aralanmasına, körelmiş insani duyguların bilenmesine vesile olur. Bilginin bilinç düzeyine erişmesini sağlar.

 

Hakk’a kulluk halka hizmet etmeyi gerektirir. “Bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş, bir insanı kurtaran tüm insanları kurtarmış gibidir. (Maide 32)”

İnsan, başkalarıyla paylaştığı ölçüde sosyal bir varlıktır. Sosyal sorumluluk Allah’a karşı sorumluluğun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu sorumluluğun sınırı ihtiyaçlarla bağlantılıdır. İhtiyaçlar zaruret sınırına dayandığında nafile hükmündeki görevler farz sınırına dayanır.

 

Gönüllük, nefsini aşıp gönlünü sonsuz rahmet deryasıyla buluşturmaktır.

 

Bir insanı kurtarmak veya zor şartlarda (tabi afetler, savaş, işgal, kıtlık hâlleri) insanlara kapı açıp, imkân sağlamak insanın erişebileceği en yüce amellerden biri(akabe) sayılmıştır (Beled Suresi 11-17). İnsanın önündeki zorluklar infakla açılır (Leyl Suresi 5-11).

 

İnsanın faaliyetleri arasında en takdire şayan olanı yaratılanların en şereflisi olan insana yaptığı hizmetlerdir. Bu hizmetler Allah’a yaklaşmanın cehennemden uzaklaşmanın sihirli formülüdür.

 

Yardım edilenin yardıma olan ihtiyacından daha önemlisi yardım edenin yardım etmeye olan ihtiyacıdır. Bu açıdan bakıldığında muhtaçlar bir bakıma Allah’ın insanlara sunmuş olduğu sosyal ibadet fırsatlarıdır. Bu ihtiyacı karşılamaya ve insani duygularımızı harekete geçirmeye vesile oldukları için onlardan teşekkür beklemek değil, bilakis onlara teşekkür etmemiz gerekir. Zira “Yaptığınız hayırlar kendiniz içindir. (Bakara 272)”.

 

Karşılık beklemeden yapılan hizmetler en büyük karşılığı görecektir.